16 Ocak 2013 Çarşamba

BİR İBRET VESİKASI YORUMSUZ NAZARLARINIZA SUNUYORUM

Rahmetli dedem Dursun Yılmazı Saygı sevgi ve minnetle anıyorum... onun anısına ve hatırasına... Ben 1923 Gölköy/ORDU doğumlu, ORDU ili Gürgentepe ilçesi Tepeköy Köyü nüfusuna kayıtlı Osman ve Emine YILMAZ'ın oğlu Dursun YILMAZ. Babam, 1928-1929 yıllarında ben 5-6 yaşlarındayken karakovan diye tabir edilen ve bizim yöremizde kütük kovan diye bilinen kovanlarla arıcılık yapardı. Arılığına çalışmaya giderken beni de beraberin de götürür ve arıcılıkla ilgili bildiklerini bana da öğretir, gösterirdi. Bende bunlara dikkat eder itinayla öğrenmeye çalışırdım. Bu zamandan sonra arılara çok dikkat etmeye başladım ve arıları çok sevdiğimi fark ettim. Çocukken çimlerin üstüne yatar arıları çiçeklerin üstünde incelerdim. Balı çiçekten alırken emer gibi yapar. Polenleri ise ön ayakları ile arka ayaklarının dış kısmına yapıştırmak suretiyle taşırlardı. Arılığa da çok dikkat eder oğul verdiklerinde babama haber verirdim babam da gelir onları kütük kovanlara alırdı. Arıcılık benim için daha çocukluğumda bile bir tutku olmuştu... Bu atalarımızdan kalma düzenle 1950'li yıllara kadar kendi köyümüz olan Tepeköy'de arıcılık yaptım. 1950'li yıllarda Zirai Donatım Kurumu tarafından Amerika'dan getirilen fenni kovanları görmek ve satın almak maksatla Ordu'ya gittim. Ancak kovanların Samsun Zirai Donatım Kurumunda mevcut olduklarını, oraya gittiğim takdirde görebileceğimi ve satın alabileceğimi bana söylediler. Bunun üzerine Samsına gittim ve ilk defa orada fenni kovanı gördüm. Örnek olsun diye bir adet boş kovan satın almak istedim. Sordum bir kovanın 19 Lira olduğunu öğrendim fakat benin 19 Lira param yoktu. Bunun üzerine oradaki görevlilerin müsaadesi ile kovanın tam ölçülerini aldım ve bunun Ihlamur ağacından yapılıp yapılamayacağını sordum, onlarda yapabileceğimi söylediler. Köydeki arazilerdeki Ihlamur ağaçlarını keserek 20- 30 civarında fenni kovan yaptım. Bu kovanlarla arıcılık yapmaya başladım ve bunlardan çok verim almaya başladım. Bizim oralarda orman gülü bolluğundan kaynaklanan deli balları Sivas'a götürüp orada sattım. Paralarını almak üzere tekrar gittiğimde (deli) balın birkaç kişiyi zehirlediğini (tuttuğunu) ve bunun üzerine görevlilerin benim 13 teneke balımı imha ettiğini öğrendim. Olaya çok üzüldüm ve çok da sinirlendim. Çeşitli hazırlıklardan sonra bir sonraki yıl arılarımı her bir ata 15 lira navlun vererek orman gülünün olmadığı Reşadiye'nin Bereketli nahiyesine bağlı Maşalı köyüne taşıdım. O sene orada çok muazzam bal oldu. Yıl 1955'ti. O balları çok iyi paralara sattım. Bunun üzerine bu köye 5-6 kilometre uzaklıkta yaşayan ağalar bu işten çok rahatsız oldular. Bana bir dahaki sene burada arıcılık için müsaade etmeyeceklerini ve başımın çaresine bakmam gerektiğini söylediler. Bende bunun üzerine arılarıma yer aramak için Erzurum Erzincan ve Kars'ı gezdim. Arılarım için Kars'ı beğendim. 60 kovan arımı BMC marka bir kamyona yükleyerek Kars merkeze bağlı Mezra köyündeki tren istasyonu yakınına kovanlarımı yerleştirdim. Arıları kaldırırken elek almaya param olmadığı için kovanların üzerine çivilerle astar bezi çakarak götürdüm. Bayburt'a geldiğimizde gördüm ki arılar astarları yemiş ve kovanlardan kaçmaya başlamışlardı. Burada arıları yıkıp tekrar astarları yeniden çaktıktan sonra tekrar yükleyerek arılarımı karsa ulaştırmayı başardım ama birkaç kovanım telef olmuştu. O yıl orada çok muazzam bal hasat ettim. Bu arada kışlık yer olarak da Iğdır'ı keşfetmiştim. Kışları Iğdır Yazları da Karsa çıkarıyordum arılarımı. Bu ara da arılı kovan sayısı da 100-150 civarına ulaşmıştı. Arılarımı ilk Kars'a götürdüğüm yaz Memleketten Ahmet ağabeyim iki arkadaşıyla birlikte Kars'a beni ziyarete gelmişlerdi. O sırada da ben arılarımın balını süzüp doldurmak üzere çadırın yanına boş bal tenekeleri getirmiştim. Ahmet abim ve arkadaşları bu tenekeleri nerede dolduracaksın diye alay edip güldüler. Zaten memlekette de 'bu adam kafayı yedi' 'sineğin peşine düştü, sinekçi oldu' diye alay edip gülüyorlardı... Kars'a ilk arı götürdüğüm sene kendi arılarımdan hasat ettiğim bir kamyon bal yükleyip Sivas'a Bakkal Emişler Kışla'nın deposuna yıktığım sırada çevreden duyan herkes toplandı oraya. Balın bir adamın arısının yaptığına kimse inanmadı. Oradaki herkes' Bir adamın bu kadar balı olmaz, yaptıramaz' diye yorum da yaptılar. O yıllarda Petekli baldan (karakovan) başka bala itibar etmezlerdi. Süzme balı satmak zor işti çünkü süzme balın bal olduğuna insanları inandırmak zor işti. Ama petek balın itibarı da alıcısı da çoktu. Bir yıl sonra Trabzon'da da aynı manzara ile karşılaştım... Kars'a ilk arı götürdüğüm günlerde gezmek maksatlı bir gün Rus sınırında bulunan Akyaka nahiyesine gittim. Oradaki insanlar yabancı olduğumu fark ettiler ve bana kim olduğum, ne iş yaptığım, eğer maksadım alış veriş yapmak değil de ne? Gibi bir takım sorular sorduklar. Ben de onlara seyyar arıcı olduğumu arılarımın Kars'ta olduğunu ve buraya alış veriş için yada başka maksatla değil de; gezmek, merakımı gidermek maksadıyla geldiğimi anlatsam da inanmadılar bana. Başıma toplanan ahalinin bir kısmı beni beklerken diğer birkaç kişi de beni hudut karakoluna burada bir casus var bunu yakalayın diye şikayet ettiler. Karakoldan dört asker geldi ve beni bir yüzbaşı olan komutanın huzuruna çıkardılar. Komutan da bana inanmadı. -Öyle bir meslek yok diyerek benim üzerimi aradı defterimi satır satır inceledi ve üzerimde ne varsa çıkarmak suretiyle giysilerimin dikiş aralarını dahi aradı ancak ben gariban seyyar arıcıda hiçbir şey bulamadı... Eğer şüpheli bir şey bulsaydım seni Erzurum'a gönderirdim bir aydan evvel kurtulamazdın dedi ve beni serbest bıraktı. Aynı olay Selim ilçesinde de bir zaman sonra başıma geldi. Ama orada beni tanıyan bir adam, ben bu adamı tanıyorum, bu adam Mezra köyünde gezgin arıcılık yapıyor dedi ve ben kurtuldum. O yıllarda Ben Türkiye'de ilk gezgin arıcı olmanın sıkıntısıyla çok komik olaylar yaşadım ama yılmadım, bu işin bir meslek dalı olması yönünde katkılarımı da sürdürdüm ve başardım. O tarihlerde 100.000 lira dan fazla param olmuştu. Benim en büyük muradım arılarımı taşımak için bir kamyon satın almak olmuştu. Bu muradım 1966 yılında gerçekleşti. Kamyonu almış, kapılarına Önder Seyyar Arıcı Ordulu Dursun YILMAZ diye yazdırmıştım. Kamyonla memlekete geldim ve Ordu , Fatsa ,Ulubey, Gölköy, Aybastı, Kabataş, Çatalpınar ve şimdi ki ilçemiz olan Gürgentepe ilçelerimizin sakinleri bu araba bal parasıyla alınmış diyerek arıcılığa çok özendiler ve çoğu o tarihlerde arıcılığa başladılar. Onlara önder oldum, onlara yardımcı oldum. Şu an Türkiye'nin bal üretiminin kimine göre %80 i kimine göre ise %60 ı ordulu arıcılar tarafından üretilmektedir. Olay o hale gelmiştir ki Önderlik yaptığımız bu sektörden Türkiye'de 3 milyon civarında insan ekmek yemekte ve iş imkanı elde etmektedir. Bu bizim Dünya sıralamasında da ülke olarak ilk üçe girmemize vesile olmuştur. Birkaç yıl önce Adana'da gerçekleştirilen arıcılık kongresi sırasında bir profesörün yapmış olduğu konuşmada orman köylüleri ve yoksul kalmış kırsal kesim köylülerine devletimiz tarafından 200 trilyon TL'yi aşan arılı kovan dağıtıldığı ancak bunların köylüler tarafından hiç yaşatılamadığı şeklinde bir açıklaması olmuştu. Devletimizin bu kaybına ve buna benzer kayıplarına sebep olan şahıs makam ve kuruluşları ile bizim önderliğini yaptığımız ülke ekonomisine katkısı çok büyük hizmetlerimizi diğer özel sektörlerle karşılaştıramayız bile... Hal böyle iken ülkemiz mekanizması içinde yerini almış vurguncu,talancı, hortumcu ve yetim hakkı gasp eden bunca hayırsız insanımız mevcutken ben Türkiye'nin Önder, Lider seyyar arıcısı Dursun YILMAZ sektörüme ve bu sayede ülkeme yapmış bulunduğum katkılardan dolayı; hak etmiş bulunduğum Devlet nişanımın veya altın madalyamın tarafıma verilmesini, gereğinin yapılmasını Arz/Rica Ederim. 05.12.2004 Dursun YILMAZ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder